Ülkemiz insanında 1999 Gölcük depremi sonrasında biraz daha farkındalık oluşmasıyla sürekli gündeme gelen ancak ya cımbızlanmış temelsiz bilgilerle servis edilen yada reyting kaygısı taşıyan komplo teorileriyle medyaya yansıyan bir konuyu irdeleyeceğiz bu yazıda; büyük İstanbul depremi. Fay hattı nedir? Aynı fay hattı üzerinde olmasına rağmen uzmanlar neden Erzincan’da, Bolu’da yada Düzce’de değilde İstanbul’da bir deprem bekliyor? Neden bu depremin büyük olacağı düşünülüyor? Bu soruların cevabını ararken, yıllardır konuşulan durumun özünü de anlamaya çalışacağız.
Konuyu iyi anlayabilmek için tüm hikayelerin başlangıcı olan “gaz ve toz bulutuna” kadar gitmesek de magmaya inmek gerekiyor. Magma kısaca yer altındaki ergimiş kayaçlardır. Kıtalar da ortalama 35-70 kilometre aşağıda okyanus tabanında ortalama 5-10 kilometre altta yer alır. Dolayısıyla üzerinde yaşadığımız kara parçaları bu akışkan madde üzerinde yüzüyor. Yaklaşık 300 milyon yıl önce Pangea adı verilen tek bir kıta vardı. Bu kıta parçalanıp ayrılarak yeryüzü bugünkü halini aldı. Bugün uzaydan çekilmiş fotoğraflara baktığımızda birleşik gibi görünse de yeryüzünde bulunan kıtalar tek parça değil. Hepsi pek çok levhadan oluşuyor. Afrika levhası, Arabistan levhası, Avrasya levhası birbirinden bağımsız ve ayrı kara parçalarıdır. Bunlardan biride bizim inceleyecek olduğumuz Anadolu levhası. Birbirine temas eden bu levhalar arasındaki sınır niteliği taşıyan derin yarıklara yada kırıklara fay hattı nedir. Magma çok sıcak bir yapıdır. Dünya çekirdeği ise magmadan çok daha sıcaktır. Bu nedenle çekirdek magmanın alt tabakasını ısıtır. Magmanın altıyla üstü arasında oluşan bu sıcaklık farkından dolayı dikey yönlü hareketler oluşur. Aynı bir suyu kaynattığınızda oluşan hareket gibi. Buna konveksiyon akımları denir. İşte bu akımlar üzerinde bulunan levhaları iterek hareket ettirir. Ancak bizim için başka etmenler de var. Anadolu levhasını konveksiyon akımları hareket ettirirken alttan Afrika ve Arabistan levhası da iter. Üste sabit Avrasya levhası bulunan ve alttan gelen bu güçlerle sıkışan Anadolu levhası büyük enerji sıkışmalarıyla batıya doğru yılda 3-5 cm hareket eder. Bazen fay hattında takılmalar olur ve hareket etmesi gereken levha hareket edemez. Enerji gittikçe daha fazla basınç yapar ve bir noktada fayın bir birine takılan yüzeyi kırılarak levha bir anda 2-5 metre ileri atar kendini. Yani levha belki 100 yılda yavaş yavaş alması gereken yolu 30 saniyede alır ve bu büyük sarsıntılara neden olur. İşte biz buna deprem deriz. 17 Ağustos 1999’da olanda budur. Atım 4-5 metre süreç ise 45 saniye olmuştur.
Bazen bir deprem, meydana geldiği fay hattı üzerinde zaman içinde fay hattı üzerinde belirli bir yöne doğru ilerleyen deprem ardalanmaları meydana getirir. İşte bu ardışık depremlere deprem göçü yada sismik göç denir. Yani bir fay hattının bir ucunda büyük bir deprem olur sonra belirli bir zaman sonra bir sonraki segmentte sonra bir sonraki segmentte derken depremler fay hattı boyunca bir tren gibi ilerler. Burada segment dediğimiz aslında fay hattının parçalarıdır. Depremler genelde bir segment üzerindeki hareketlerdir. Bunu bir trenin vagonları şeklinde düşünebiliriz. 17 ağustos gecesi İzmit segmenti kırılmıştır. Bu segment Yalova ile Adapazarı arasındaki bölge olduğu için o gece asıl sarsıntıyı da bu bölge hissetmiştir.
Dünyadaki en bariz deprem göçü örneklerinden biride kuzey Anadolu fay hattıdır. Burada 7’nin üzerindeki depremler için bir inceleme yaparsak; 1939 Erzincan depremiyle başlayan bir sismik göç mevcuttur. Depremin büyüklüğü 8.3’tü. Bu depremle birlikte Erzincan segmentindeki enerjinin bir kısmı depremle boşalırken bir kısmı bir bayrak yarışı gibi sonraki vagona yani bir sonraki segmente iletildi. Aradan 4 yıl geçtikten sonra enerjinin iletildiği Niksar segmenti 7 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Ardından göç bir sonraki segmente doğru ilerledi. 1943 yılında Tosya-Ladik 7.2 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Buradaki enerjinin bir kısmı da sonraki segment Bolu-Gerede segmentine aktarıldı. 1944 yılında Bolu-Gerede segmentinde 7.5 büyüklüğünde bir deprem oldu. Arap levhasının itmesiyle ilerleyen Anadolu levhasında oluşan enerji deprem göçünü ilerletmeye devam etti. 1957 yılında Bolu-Abant segmenti 7.1 büyüklüğünde bir depremle kırıldı. 1967 yılına geldiğimizde deprem göçü Adapazarı’na ulaşmıştı. Bolu-Mudurnu/Adapazarı 7 büyüklüğünde bir depremle sallandı ve hepimizin bildiği bir döneme kadar ulaşmış olduk. 17 Ağustos 1999’da deprem göçünün yeni durağı Gölcük segmentiydi. 7.4 büyüklüğünde bir deprem gölcük segmentinde açığa çıkmıştı. Ancak burada işler biraz değişiyor. 12 Kasım 1999’da düzcede 7.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Yani Gölcük segmentinin doğusunda. Yani düzenli ilerleyen yapı bozulmuştu. Aslında 7’nin altındaki depremleri de hesaba katarsak bu düzen 1943 yılında Adapazarı ve Tosya-Ladik depremleriyle bozulmuştu. Burada işin içine farklı bir tanımlama giriyor. Bu şekilde aynı fay hattı üzerinde birbirini tetikleyen rastgele depremlere ise deprem fırtınası deniyor. Ancak az önce yaptığımız hesaplama hala geçerli. Çünkü yapılan çalışmalar enerji aktarımlarını doğruluyor. Yani 1999’da meydana gelen depremlerden sonra açığa çıkan enerjilerin büyük kısmı önceki hesabımızda olduğu gibi batıya kaydı. Bu segment ise İstanbul’da merkezi adaların hemen altında bulunan Doğu Marmara segmenti. Kuzey Anadolu fay hattı Bingöl’den başlar ve İstanbul’u geçerek Ege denizine kadar uzanır. Bu fay hattı üzerinde onlarca segment vardır ancak son yüz yıl içinde kırılmayan sadece iki segment kalmıştır. Biri Doğu Marmara segmenti diğeri sonraki segment olan Yedisu segmenti. İşte İstanbul’da deprem beklememizin sebebi bu. Şimdi bu noktadan sonra bize lazım olan şey bu depremin zamanı. Burada da kuzey Anadolu fay hattının yapısını ve tarihteki hareketlerini incelemek gerekiyor. Bu bize tahmini bir aralık verebilir.
İstanbul’u etkileyecek depremin meydana geleceği fay Marmara denizinin altından geçiyor. 1999 yılına kadar tam olarak nereden geçtiği bile bilinmiyordu. 1999 yılındaki depremlerden sonra ana hatlarıyla keşfi yapıldı. Kuzey Anadolu fay hattı Adapazarı’ndan sonra üç kola ayrılıyor aslında. Kuzey kol İzmit körfezi, adalar ve Florya açıklarından geçerek Tekirdağ’a ulaşıyor. Orta kol ise Edremit körfezinden geçerek bandırma üzerinden Çanakkale tarafına kadar uzanıyor. İşte bölgenin yapısını da bu iki kol belirliyor. Bu iki kol birbirinden ayrıldığı için ortasında çökme oluyor ve bu çöken kısımda suyla dolarak bir deniz oluşturuyor; Marmara denizini. Fay hattının yapısına kısaca değindikten sonra tarihini incelemek gerekiyor. Ancak bu çok zor çünkü uzun bir süreci incelemek gerekiyor. Bu ise ulaşılması zor kaynakları, ulaşılsa bile zamanın bilimiyle tutulan kayıtları günümüz bilimiyle işlemeyi, değişen alfabe ve dil zorluklarını aşmayı içeriyor. Örneğin 1719 yılında meydana gelen bir deprem İstanbul’u etkilemiş ancak kayıtlara göre İzmit’teki yıkıcı etkisi daha çok olmuş. Buradan anlıyoruz ki bu deprem gölcük segmentinde meydana gelmiş. Yine 7’nin üzerindeki depremleri ele aldığımızda; 189, 235, 321, 202, 221, 280 yıl arayla deprem olmuş. Yani 1999 depremi öncesi bu segmentte 280 yıl boyunca 7’nin üzerinde bir deprem meydana gelmemiş. Buradan anlıyoruz ki bu segmentin kırılması için gereken enerji ortalama 240 yılda birikiyor. Yani burada en az 200 yıl daha deprem beklemiyoruz. Oradan Marmara segmentine gelirsek 432 yıl, 520 yıl ve 504 yıl var depremler arasında. Yani periyot ortalama 485 yıl. Şuan ise 504. yılında. Yani deprem göçü sonrasında gölcük segmentinden aktarılan enerjiyi gözardı etsek bile periyodunun son demlerinde. Florya açıklarındaki segmentin periyotu ise 250 yıl ve bugün 259. yılındayız. Yani o segmentte kritik durumda. Muhtemelen doğu Marmara segmentinin kırılmasının ardından aktarılacak enerji ile bu segmentte kısa sürede kırılacaktır. Silivri açıklarındaki diğer fay kolundaki periyot 250 yıl ve şuan 246. yılında. Batı Marmara fayında da periyot 250 yıl aynı şekilde o da 246. yılında. Yani Marmara boyunca dağılan segmentler periyotunu ya tamamlamış yada tamamlamak üzere. Özellikle adalar kısmındaki doğu Marmara segmenti çok kritik bir noktada. Bu sonuçları ihmal edip sadece jeofizikle ilgili, kesin verileri ele alıp Gutenberg ve Richter tarafından geliştirilen ve depremlerin periyotlarını ve tekrarlama sayılarını veren logaritmik formülleri kullandığımızda da az önce elde ettiklerimizle birebir örtüşen veriler elde ediyoruz.
Tüm bunlardan şu sonucu çıkarıyoruz ki; İstanbul’da kesinlikle bir deprem olacak. Bu kadar uzman varken bizim bir şey söylememiz elbette doğru olmaz ancak İstanbul’u çokta uzak olmayan bir gelecekte 7’nin üzerinde bir deprem bekliyor. Bize bunu söyleyen tarih, jeofizik ve istatistik bilimleri. Gündemimizi bu kadar meşgul etmesinin nedenlerinden biride elbette etkilenecek insan sayısı. İstanbul’un 130 ülkeyi geride bırakan nüfusu ve bu büyüklükte bir depreme karşı koyacak yapıların sayısının halen az olması korkutucu bir manzara oluşmasına sebep oluyor. 14 milyonu aşan insan kitlesiyle yaşanacak bu kaotik ortamın, olası can kayıplarının ekonominin lokomotifi durumundaki şehrin büyük zarar görmesi Türkiye’yi çok zora sokacaktır.
Deprem göçü, sıradaki durak: İstanbul
Click to rate this post!
[Total: 4 Average: 5]