Eski teknoloji yeni devrim: Elektrikli otomobiller

0
3271

Çılgın girişimci olarak bilinen Elon Musk’ın kurduğu Tesla’ın otomobillerini gördükten sonra sıkça gündeme gelen bir konu, elektrikli otomobiller. Sanki çok yeni bir teknolojiymiş gibi bahsedildiğine aldanmayın aslında ilk arabalar elektrikliydi. Yani belki de içten yanmalı motorlara sahip arabalardan daha eski bir geçmişi var. 18. Yüzyılın ortalarında ve 19. Yüzyılın başlarında elektrikli otomobiller oldukça popülerdi. Hatta 1888 yılında II. Abdülhamit tarafından İngiliz Messrs Immisch & Co şirketine elektrikli otomobil siparişi verilmiş, Abdülhamit otomobilden çok memnun kaldığı için, otomobili tasarlayan iki mühendisi ödüllendirmişti. O yıllarda otomobiller için henüz bir standart oluşmamıştı. Elektrikli otomobiller şehir içi kullanıma daha uygun ve konforluydu. Ancak o günlerde sahip olunan teknoloji sebebiyle bazı sorunlar vardı, batarya ve elektrik altyapısı. İçten yanmalı motorlar tarafındaki gelişmeler ve bazı büyük firmaların içten yanmalı motorlara sahip araçları seri üreterek nispeten ucuza satması elektrikli araçlara karşı kısa sürede üstünlük kurmasına sebep oldu. Üstelik kısa sürede yakıt doldurulup yola devam edebiliyordu, uzun şarj süreleri gibi dertleri yoktu. Teknoloji geliştikçe elektrikli otomobiller geri dönmedi, bunun birçok sebebi vardı. Öncelikle petrol sektörünün büyük bir kazanç alanı oluşturması ve büyük firmaların bu kapıyı kapatmak istememesi. Otomobil üreticilerinin de birçok sebepten elektrikli araçlar işlerine gelmiyordu. Oturmuş bir düzenleri vardı ve bunu değiştirmek başlı başına büyük bir maliyetti. Ayrıca elektrikli otomobiller içten yanmalı otomobillere göre çok daha az parça içeriyordu. İçten yanmalı sitemlerde bulunan piston, şanzıman gibi haraketli, bozulmaya müsait parçalar elektrikli otomobillerde yoktu. Yani pek bakım da gerektirmiyorlardı. Dolayısıyla otomobil firmalarının yedek parça ve servis hizmetleri gibi alanlardan elde ettiği gelirler büyük oranda düşecekti. Tüm bunlar elektrikli otomobillerin piyasaya çıkmasını engelledi. Elon Musk gibi çılgın bir girişimci ortaya çıkana kadar.
Peki, yakın geçmişe dönecek olursak durum nedir? Birçok firma akaryakıt kullanımının sürdürülebilir olmadığının farkındaydı ve zamanı geldiğinde yeniliğin öncüsü olmak, standartları belirleyen taraf olmak için ar-ge çalışmaları yürüttü. Bunların başında Toyota ve Hyundai gibi firmaların başını çektiği hidrojen yakıt hücreli araçlar var. Bu sistem yakıt olarak hidrojeni kullanıyor ve egzozdan çıkan tek şey su, yani sıfır emisyon sağlıyor. Konu aslında hidrojenin nasıl elde edileceğinde yatıyor. Arabanın içerisinde suyun elektrolizi sonucunda elde edilmesi yöntemi verimsiz. Hidrojen istasyonları kurulup aynı benzin gibi araca bu istasyonlardan depolandıktan sonra kullanılması en makul yöntem. Ancak hidrojen yoğunluğu çok düşük, çok dağınık ve uçucu bir molekül. Bu yüzden depolanması oldukça zor ve sızması kolay olduğu halde renksiz, kokusuz olduğu için fark etmesi oldukça zor. Ayrıca son derece yanıcı bir gaz. Bu sorunlara kendince çözümler üreten Toyota hidrojenle çalışan araçlarını piyasaya sürdü bile. Hatta Almanya başta olmak üzere birçok ülkede hidrojen yakıt istasyonları kuruldu. Bu gelişmeler karşısında geleceğin otomobil teknolojisi hidrojen yakıt hücreli araçlar mı acaba derken Tesla marka otomobiller ortaya eski bir fikirle çıktı; elektrikli araçlar. 1970-1980’li yıllarda enerji krizleriyle yeniden gündeme gelen elektrikli otomobiller birkaç cılız girişimin ardından yine kaybolmuşlardı. Yıllar sonra 1990’ların sonu 2000’lerin başı gibi tekrar görünse de satışa sunulmadı. ABD’de bir firma kiralama yoluyla kullanıma verdikten sonra piyasadan topladı. Tesla ise 2004’de çalışmalara başladı. Plan, var olan bir platform üzerinde üst sınıf bir spor otomobil geliştirerek, zengin kesime hitap edecek pahalı bir model piyasaya sürmekti. Bunun iki amacı vardı; birincisi zengin insanların bu otomobili kullanması görünür olmasını sağlayacaktı, yani bir reklam vesilesi olacaktı. İkincisi ise bu pahalı model sayesinde sonraki aşamanın finansmanı sağlanacaktı. Bu planla Tesla, Lotus Elise platformunu kullanarak bir spor otomobil geliştirdi. 393 km menzili olan araç 0-100 hızlanmasını 3,9 saniyede yapıyordu. Roadster adını verdikleri model 2008 yılında satışa sunuldu ve mart 2012’ye kadar 31 ülkede 2250 adet satıldı. Türkiye’de de ünlü bir iş adamı bu araçtan satın almıştı. Daha sonra aracı incelemek isteyen İstanbul Teknik Üniversitesi’ne hediye etmişti. Tesla Roadster elektrikli araçlar açısından bir devrimdi. Öncelikle elektrikli araçlara golf arabası muamelesi yapan zihniyetlere güzel bir cevap veriyordu. Elektrikli otomobillerinde performanslı ve kullanılabilir olduğunun göz önündeki bir kanıtıydı. İçten yanmalı motorlara göre birçok avantajı vardı; motor direkt olarak tekerlere bağlı olduğu için anında tork sağlıyordu, sessizdi, konforluydu. Ancak yakıtı doldur devam et mantığı yerleşmiş insanlar için büyük bir problem vardı; şarj süreleri. İşte bu problem üzerine elektrikli otomobil yarışına giren diğer firmalarla birlikte elektrikli otomobiller çeşitlendi.
Temel olarak üç gruba ayırabiliriz. Birincisi Tesla marka araçlarda olduğu gibi bataryanın gövdeye entegre tasarlanmış modeli. Bu araçlarda enejiyi pili şarj ederek sağlıyorsunuz. Performans olarak en iyi yöntem olsada şarj süreleri birçok insan için problem. Tesla’nın kendi kurduğu altyapıya veya uygun şarj istasyonuna erişiminiz olduğunda 45 dakikalara kadar bu süre inebiliyor.
İkinci grup ise ülkemiz insanında elektrikli araçlara karşı bir travma oluşmasına sebep olan Renault konsepti. Buradaki mantık bataryanın değiştirilebilir tasarlanması. Amaç kurulacak istasyonlar sayesinde pili biten otomobilin pili 3 dakika gibi bir süre içerisinde dolu pille değiştirilmesi. Böylece uzun süre şarjın dolmasını bekleme derdiniz olmuyor. Renault bu konsept için pilot ülke olarak İsrail ve Türkiye’yi seçti. 2012’de Fluence Z.E. nin üretimine başlandı. Pil değişim istasyonları için İsrailli bir firma olan Better Place ile anlaşıldı. Batarya hızlıca değiştirilecek ve şarj ile uğraşılmayacaktı. Kağıt üzerinde süper bir plandı ancak büyük bir problem vardı. Batarya sürekli değiştiğinden arabayla birlikte batarya satılmayacaktı. (Arabanın en pahalı parçası batarya.) Arabanın bataryası arabayla birlikte satılmadığı için otomobilin fiyatı daha uygun olacaktı. Batarya ise kiralama yöntemi ile müşteriye verilecekti. Renault hem kendisi için yeni bir gelir kapısı oluşturmuşken, hem de müşterinin şarj süresi problemini çözmüştü. Her şey kulağa güzel gelse de büyük problem batarya kirası için belirlenen 59 € ücret. Türk insanının travması da burada başlıyor. Türkiye’de elektrikli otomobil adına yapılmış en büyük çalışma 59 euroluk pil kirası içerince insanlarda sanki tüm elektrikli arabalarda pil kirası varmış gibi bir algı oluştu. Şimdi bu arabayı kullanmak için insanın benim aklıma gelen iki sebebi olabilir. Öncelikle çevre bilinci, sıfır emisyon değerini önemseyecek bir insan olmalı ki Türkiye’de çok zor bulunacak bir şey. İkincisi elektrikli otomobil konforunu ve teknolojisini merak edecek insanlar ki bu araç onlara da hitap etmiyor çünkü araba bildiğimiz Fluence modelinin elektriklisi. Üstelik batarya nedeniyle arka tarafı 13 cm daha uzun. Yani bir albenisi de yok. Satış rakamları da fiyaskoyla sonuçlandıktan sonra Better Place’nin de batmasıyla konsept bir başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak Renault yeni çıkardığı Zoe gibi araçlarda da pil kirası modeliyle devam ediyor.
Üçüncü grup ise küçük bir batarya ve araç bünyesinde bir jeneratör sistemi. Araç içine konulan içten yanmalı bir motor bataryayı besleyerek uzun menzil değerleri elde edilmesine olanak tanıyor. İçten yanmalı motor aracı hareket ettirmekte kullanılmadığı için motor tipinde daha serbest davranılabiliyor. Bu model elektrikli araçların konfor ve performansını sunarken, şarj ve menzil problemine nispeten çözüm getiriyor. Chevrolet Bolt bu sistemin kullanıldığı araçlardan biri. Birkaç marka daha bu sistemi kullanacak prototiplerini duyurdu. Bu modeldeki problem ise elektrikli arabalardan beklenen sıfır emisyon hedefini sağlayamaması. Buna bağlı olarak içten yanmalı motor barındırdıkları için devlet teşviklerinden de yararlanamıyorlar.
Sonuç olarak otomobillerin geleceğinin elektrikte olduğu kesinleşti diyebiliriz. Elektrikli araçların piyasa hakimiyeti sağlayacağı ve içten yanmalı motorlara sahip araçlara eski teknoloji denilip buharlı tren muamelesi yapılacağı devrimin eşiğindeyiz. Markalar bir bir elektrikli otomobil planları açıklarken, özellikle emisyon değerleriyle tartışma yaratan dizel araçların üretimlerinin sonlandırılacağı tarihlerde belli olmaya başladı. İngiltere başta olmak üzeri bazı ülkeler ise 2040 yılından itibaren içten yanmalı motora sahip araçların satışını yasakladı bile. Tahminen 5 ile 10 yıl içinde elektrikli otomobiller bu devrimi gerçekleştirmiş olacaktır. Belki ülkemiz için biraz daha geç olabilir ancak gündemdeki yerli otomobil bu süreyi bizim içinde normal bir aralığa çekebilir. Önde gelen firmalar ise elektrikli otomobillerin sorunlarına etkin çözümler üreterek piyasaya hızlı bir giriş yapma peşinde. Örneğin Porsche tanıttığı Mission-E prototipinde 15 dakikada %80 şarj oranı ve 400 km menzil vaat ediyor. Bu gelişmelerle elektrikli otomobiller gelecekteki yerini daha da sağlama alıyor.

Click to rate this post!
[Total: 1 Average: 5]

Bir yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.